okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün427
mod_vvisit_counterDün526
mod_vvisit_counterBu hafta427
mod_vvisit_counterBu ay13116
mod_vvisit_counterHepsi1853896

Kozmopolit Kültürün Avrupa Ayağı: Endülüs

"Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara,

Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara

Tırmanır bir kayanın sırtına, etrafa bakar

Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar

Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür

Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür

Der ki:

"Çarpışmadın erkekler gibi düşmanlarla

Şimdi hiç yoksa otur kadınlar gibi ağla!"

Mehmet Akif Ersoy/Safahat

Endülüs, Müslümanların tarihinde sadece büyük bir gururun değil aynı zamanda tarifi imkansız bir hüznün de kaynağıdır. Gururun kaynağıdır. Çünkü Peygamber(s.a.v)’in vefatının üzerinden henüz yüzyıl bile geçmemişken, Hicaz topraklarından İber Yarımadası’na kadar olan yerlerde İslam/Müslümanlar öznedir. Adalet temelli müstesna ferdiyet(şahsiyet) manifestosunun sonucudur bu özne olma hali... Endülüs, bu halin en görkemli duraklarından biridir. Öyle ki, Müslümanlar bu durakta yaklaşık sekiz yüz yıl kalacaklardır. Bu süre zarfında Endülüs ilim, irfan, sanat, edebiyat, estetik üssü olacak, Avrupa Kıtası’nda Rönesansa (yeniden diriliş) ve Aydınlanmaya ilham verecektir.

Hüznün kaynağıdır. Çünkü Hıristiyan takvimine göre 11.yüzyıldan itibaren reconquista(yeniden fetih) amacıyla başlayan çatışmalar, nihayet 1492’de Gırnata Emirliği’nin teslim oluşuyla sona erer. Bu tarihten sonra İber Yarımadası’ndaki bütün Müslümanlar ve Yahudiler “sınır dışı” edilir. Binlercesi katledilir.Tarifsiz işkencelere maruz kalır. Ayrılmak istemeyenler ise din değiştirmeye zorlanır ve engizisyon mahkemelerinde akla ziyan cezalara muhatap olur.

Ulus-devlet paradigmasının homojenleştirici karakterinin aksine İslam şehirleri tarih boyunca kozmopolit yanlarıyla temayüz etmişlerdir. Bağdat, Buhara, İstanbul, Şam, Semerkant çok kültürlü, çok dinli, çok dilli özellikleriyle tebarüz ederler. Bu çokluk kimseyi rahatsız etmemiştir. Bilakis “kesrette vahdet” düşüncesiyle farklılıklar Allah(c.c)’ın ayeti olarak görülmüştür.

Abbasilerin Beyt-ül Hikme aracılığıyla tevarüs ettiği kadim medeniyet(ler) birikimi, Endülüs’ün inşasında etkili olmuştur. Şam, Rey (İran), Maveraünnehir, Bağdat,Mezopotamya Havzası, İskenderiye, Kahire gibi şehirlerden/beldelerden elde edilen ilmi ve entelektüel mirasın etkisinden söz edilebilir. Bu mirasın Avrupa’ya Müslümanlar eliyle taşınmasının ileride çok önemli sonuçları olacaktır. Bu önemli sonuçlardan ilki hiç şüphesiz Rönesans(yeniden diriliş) hareketidir. Yunan düşün dünyasının önemli simalarıyla Müslümanlar sayesinde temas kuran Kıta Avrupası, Katolik kilisesinin tahakkümünden kurtulacak, skolastik düşüncenin bertaraf edilmesinde önemli bir entelektüel mevzi kazanacaktır. Batı dünyasında “şarih” olarak bilinen Kurtuba kadısı İbn-i Rüşt’ün düşünceleri kilise karşıtı söylemin inşa ve ikamesinde müessirdir. Öyle ki bu tesir sebebiyle “sakıncalı” damgası yiyecek, okunması yasaklanacak ve kitapları yakılacaktır. İbn-i Rüşt’ün din ve felsefeyi aynı memeden süt emen ikiz kardeş olarak gören yaklaşımı, yorum tekelini elinde bulunduran kiliseye karşı burjuva Protestan akımının güçlenmesini sağlamıştır. Bilimin himmetine sığınarak protest tavrını tahkim eden bu akım, büyük bedeller ödeyerek, sonraları Aydınlanma sürecinin öznesi olacaktır. Kiliseye duyulan öfke ve nefret sebebiyle Endülüs’ten tevarüs ettiği “hikemi bilginin” kutsalla irtibatını koparan burjuva Protestan ekolü, “seküler bilginin” rehberliğinde modern Avrupa’yı inşa edecektir.

Endülüs oldukça zengin bir ilmi/entelektüel havzaya sahiptir. Fizikte İbn-i Firnas,matematikte Macriti,cerrahide Zehravi,hadiste İbn Abdilberr,Milel ve Nihal alanında İbn-i Hazm,filolojide Batalyevsi,tıpta İbn-i Bacce,coğrafyada İdrisi,astronomide Batruci,usulde Şatıbi,tarih felsefesinde İbn-i Haldun Endülüs’ün diğer sembol isimleridir.Batıni/sufi ekolün zirve ismi İbn-i Arabi ile işraki geleneğin önemli temsilcilerinden İbn-i Tufeyl’i ve büyük seyyah İbn-i Battuta’yı da anmak gerek elbette…Hem zahiri(İbn-i Hazm) hem de Batıni(İbn-i Arabi) çizginin zirve isimlerine ev sahipliği yapıyor olması, herhalde, Endülüs’ün çok kültürlü-çok dilli doğasının neticesidir. Şiir, edebiyat, musiki ve mimaride ortaya konulan çaba olağanüstüdür. Kurtuba kadısı İbn-i Rüşt’ün ders halkasına her dinden,her mezhepten insanlar katılabilmektedir.Ders meclislerinde edebiyattan şiire,kozmolojiden musikiye kadar bir çok alanda değerlendirmeler yapılabilmektedir.Doğu’da ki başkentlerde yazılan eserler oldukça hızlı bir şekilde Endülüs’e ulaşmakta ve mütalaa edilmektedir.İbn-i Rüşt’ün Gazali’ye yazdığı “tehafüt”, etkileşimin boyutlarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Düşünceyi belli bir coğrafyaya/mekana özgü kılmak elbette ki hakkaniyetle bağdaşmaz. İnsanlık ailesinin tecrübi birikimini görmezden gelemeyiz. Oluşan birikim, medeniyetlerin inşasında (yani maddi boyutuyla da) tecessüm etmiştir. Müslümanların Hicaz Yarımadası’nın dışına çıkmaları, onların başka kültür-medeniyet havzalarıyla karşılaşmalarını sağlamıştır.Pers uygarlığı tesiri altındaki Irak ve İran,Roma uygarlığı tesiri altındaki Yunan,Mısır ve Suriye gibi yerlerden tercümeler yoluyla elde edilen bilgiler (tevhidi nazarla) yeniden yorumlanarak insanlık ailesinin “ortak iyi(maruf)” hafızasına kaydedilmiştir. Müslümanlar, sabiteleriyle (ilahi vahiy bilgisi ve nübüvvet pratiğiyle) mütenasip her türlü bilgiyi almış, olmayanları dışarıda bırakmıştır. Edebiyat/mitoloji/efsane tercümelerinin yapılmaması, ciddi bir seçiciliğin işaretidir. Tercüme faaliyetlerinde büyük ölçüde Süryani mütercimler görev almış, Beyt-ül Hikme, kendi zamanının, önemli bir çeviri okulu olarak hizmet vermiştir. Benzer hizmeti, Endülüs havzasında ise Tuleytula (Toledo) yapacaktır. Müslüman düşünür/ ilim adamlarının eserleri burada Avrupa’nın yerel dillerine tercüme edilecektir. Tercümelerin toplumların hayatına etkisi bakımından Beyt-ül Hikme ve Tuleytula(Toledo) iyi bir örnektir.

Endülüs’ün “Dar-ül İslam” olma süreci oldukça dikkat çekicidir.Mısır’ın fethi sonrasında Kuzey Afrika’nın tamamını ele geçiren Müslümanlar,burada Berberi Hanedanlıkları kurmuştur.Öteden beri Konstantinapolis’in fethini önemseyen Müslümanların, bu hedefe ulaşmak için İber Yarımadası’nı dolaşıp,Balkanlar üzerinden taarruzda bulunma niyeti vardır. Çünkü daha önceleri birkaç defa Konstantin’e sefer düzenlenmiş fakat şehrin sağlam surlarını denizden aşmak mümkün olmamıştır.Avrupa’yı,İspanya üzerinden dolaşarak yapılacak sefer, bir anlamda Konstantiniyye’yi arkadan kuşatmak olacaktır.Fakat bu hedef Pirenelerde Batı Almanları’nın güçlü direnişiyle sekteye uğrayacaktır. Ne varki Müslümanlar, İspanya’ya ayak basmıştır ve yaklaşık sekiz asır sürecek medeniyetin temelleri atılmaya başlanmıştır.

Müslümanlar, İber Yarımadasına ayak bastıklarında karşılarında Vizigotların zulmü altında inleyen bir topluluk buldular. Bu topluluğun içerisinde hatırı sayılır oranda Yahudi de vardı. Dolayısıyla burada yerleşmek zor olmadı. Yönetimini üstlendiği insanlara zulmeden her “otoritenin” başına gelen ,Vizigotların da başına geldi.Din değiştirmeye zorlanan, değiştirmemesi halinde köle olarak satılan Yahudiler, Müslüman akıncılara rehberlik etti. Yöneticileriyle aynı mezhepten olmadıkları için sürekli ezilen,horlanan,sömürülen yerli halk ise başlarındaki despotlardan kurtulmak için yeni gelenleri bir umut olarak gördü.Bu umutlarının yersiz olmadığı ilerleyen yıllarda anlaşıldı.Müslümanlar, Doğu’da elde ettikleri kozmopolit yaşam modelini burada da cari kılmayı başardı…

Her temas iz bırakır malum. Müslümanların Avrupa’yla teması da muhataplarında oldukça derin izler bıraktı. Barbarlığın/vahşiliğin girdabında debelenen dönemin Avrupa’sı, Müslümanların birikimlerini hayranlıkla izledi.İbn-i Haldun’un “mağluplar galipleri taklit eder” iddiası bir kez daha gerçek olmuştu.Öyle ki Arapça, soylu gençler ve yerli halk tarafından hemen benimsendi ve Latincenin yerini almaya başladı.Avrupa’nın tahsilli gençleri, meramını Arapçayla anlatmaya ve Latinceyi küçümsemeye başladı.Bu durum dönemin kilise otoritelerinin canını fena halde sıktı.Aralarından şikayetlerini yüksek sesle dile getirenler oldu.Bunlardan biri olan İspanyol asıllı başpiskopos Alvaro’ya ait şu cümleler dönemin atmosferini anlamak açısından dikkate şayandır:

”Benim Hıristiyan kardeşlerim Arapların şiir ve edebiyat eserlerinden büyük bir haz alıyorlar. Müslüman kelamcı ve feylesoflarının eserlerini,onları reddetmek değil,daha düzgün ve seçkin bir Arapça öğrenmek için tedris ediyorlar.Bugün kilisenin dışında Hıristiyanlığın kutsal metinlerine yazılmış Latince şerhleri okuyacak bir kimseyi bulmak ne mümkün.Kim İncilleri ve onların cüzleri olan peygamber ve havarileri bölümlerini okuyor. Heyhat! Yetenekleriyle temayüz etmiş Hıristiyan gençler Arapçadan başka bir dil ve edebiyat tanımaz hale geldiler.Onlar Arapça eserleri büyük bir azimle okuyor,büyük paralar harcayarak Arapça kütüphaneler oluşturuyor ve her yerde Arap(İslam)kültürünü övüyorlar.”

Bu hayranlık öylesine büyüktü ki, Avrupa’nın soyluları,çocuklarının tahsili için Müslümanların okullarını tercih ediyorlardı.Endülüs’te kitaba duyulan ilgi de hat safhadaydı. Lübnanlı Tarihçi Philip Hitti, Siyasal ve Kültürel İslam Tarihi isimli eserinde,sadece Kurtuba kütüphanesinde 400.000 cilt kitap olduğundan,bunun 40 cildinin ise kütüphanede bulunan kitapların konu başlıklarını içerdiğinden bahseder.Aynı dönemde Hıristiyan Avrupa’nın bütün prensliklerindeki kitap sayısı Kurtuba kütüphanesinin onda biri kadardır.

1492 tarihi Endülüs için trajedinin başlangıcı sayılabilir. Ancak öncesi de vardır.11.yüzyıldan itibaren Papalık İber Yarımadası’nı yeniden Hıristiyanlaştırmak için Müslümanlara karşı savaşa destek verir. Avrupa’nın barbarları olan Vikingler yerleşik düzene geçer ve Müslümanlara karşı savaşın öncü kuvveti olarak kullanılır. Fransa tarih sahnesine çıkar ve Roma-Germen imparatorluğu merkezileşmeye başlar.Artık Müslümanlara rahat yoktur. Bu süreç 1492 de Gırnata Emirliği’nin Hıristiyanlara teslimiyle son bulur ve fakat burada kalmaz.1492’yi farklı kılan, bu tarihten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmamasıdır. Denebilir ki, tarihin esaslı kırılma noktalarından biridir 1492. Hıristiyanlık, Doğulu geçmişiyle arasına en kalın duvarları bu tarihten sonra örmüştür. Beytlahimli İsa(a.s), Avrupalıdır artık… Kudüslü Meryem, sarı saçlı-mavi gözlü olarak resmedilecektir. Bir proje olarak modernite bu tarihten sonra mevzisini tahkim etmeye başlamıştır. Demokrasi, piyasa, gelişme, hoşgörü kavramları bugünkü içeriğine bu tarihten sonraki süreçte kavuşmuştur.

Akdeniz’de Osmanlı-Memlük, Asya’da Babür-Çin ,Türkistan’da Altınordu/İlhanlı,Afrika ve Amerika’da İnka-Aztek,Mali-Songhay medeniyetleri 1492’nin açtığı çığırdan doğrudan etkilenecek, çoğu bütünüyle tarihten silinip gidecek, kalanlar ise modern paradigmaya teslim olacaktır. Aslında Kıta Avrupa’sı XV.yüzyıl boyunca veba salgını,rakip prenslikler arasında sonu gelmez savaşlar,kilise dogmatizmi ve bu dogmatik kültürün kasvetli doğasından kurtulmak için düzenlenen karnavallar,akıl-iman çatışması,takva için çekilen eziyetler ve dinsel perhizlerle meşguldür. Ancak XV. yüzyılın sonunda başlayan deniz seferleri tarihin akışını değiştirecektir. Kristof Kolomb ve Vasco de Gama öncülüğündeki bu seferler, Kıta Avrupa’sına sıkıştırılan Hıristiyanlık için adeta can suyu olmuştur. Vasco de Gama’nın yola çıkış gerekçesi “ Doğu’daki Hıristiyanlarla birleşerek İslam egemenliğine darbe vurmaktır” . Din, hala en güçlü motivasyon kaynağıdır.

Artık Avrupa için yeni bir dönem başlamaktadır.1492 den birkaç yıl sonra Portekizliler öncülüğünde Afrika baştanbaşa geçilecek ve Hindistan’a ulaşılacaktır. Bu, Avrupa için Aydınlanma devrimine giden yolun başlangıcıdır bir anlamda. Osmanlı tarafından kıta Avrupa’sına sıkıştırılan Hıristiyanlık, kendisine yeni bir mecra bulmuştur.Portekizliler aracılığıyla denizcilik alanında oldukça hızlı mesafe kat eden Avrupa, ilerleyen tarihlerde Akdeniz’deki Osmanlı- Memlük egemenliğini sarsacaktır. Endülüs’teki ilmi/entelektüel bilgiyi, Tuleytula(Toledo) çeviri okulu aracılığıyla tevarüs eden Avrupa, kilise karşısındaki bağımsızlığını bu bilgiyi sekülerleştirerek kazanacaktır.O güne kadar Sümer-Bağdat-Mezopotamya-İskenderiye-Endülüs arasında kesintisiz devam eden hikmet geleneği, Avrupalılar tarafından seküler bir muhtevaya büründürülecektir. Modernite, bu dindışı/seküler bilgi aracılığıyla ihdas edilecektir. Bugün küreselleşme temayülü gösteren de bu dindışı kültürdür. Bu kültürle mücadele etmenin yolu, hikemi bilgi geleneğini tevarüs edip, bilginin kutsalla irtibatını yeniden sağlamaktan geçiyor. Endülüs’ün ilmi/entelektüel mirası, bize bu konuda yardımcı olabilir. Şimdiye kadar genellikle gözyaşı akıtılarak yad edilen Endülüs için ter akıtmanın zamanı geldi de geçiyor…

Rivayet odur ki, Gırnata Emiri şehri Hıristiyanlara teslim töreninden sonra kendisine tahsis edilen ikamet yerine giderken, gözyaşları içinde El-Hamra’ya bakar ve iç geçirir.Onun bu durumunu gören annesi ise “erkekler gibi savaşıp savunamadığın yer için şimdi kadınlar gibi ağla” diyerek bu trajik duruma öfkesini belirtir.Arap-Berberi gerginliği,saltanat ideolojisinin kof doğası,lüks ve sefahata düşkünlük gibi nedenlerle çöken yaklaşık sekiz asırlık Endülüs Medeniyeti’nin tüm mirası artık Hıristiyan merhametine emanettir.Barış içinde birlikte yaşama kültürüne (bugün olduğu gibi dün de) oldukça yabancı olan Batı Hıristiyanlığı, bu emanete zerrece saygı göstermeyecektir. Asırlarca biriktirdiği kin ve nefreti hiç sakınmadan boca edecektir Endülüs’ün üzerine. Bu koca medeniyetten geriye, İslam’ı ve Müslümanları hatırlatan hiçbir şey kalmasın diye oldukça sistematik bir kıyım gerçekleştirecektir.80.000 bin cilt kitabın yakıldığından bahseder tarihçiler. Camiler ya yıkılır ya da kiliseye çevrilir. Başlangıçta Müslümanlara verilen, dinlerine göre yaşama özgürlüğü teminatı kısa bir süre sonra ihlal edilir. Müslümanlar kıtadan sürülme ya da din değiştirme seçenekleriyle baş başa bırakılır. Binlercesi engizisyon mahkemelerinde akla ziyan işkencelere maruz kalır.Müslüman ismi almaları dahi yasaklanır.Bu dönemde dışarıda Hıristiyan gibi görünüp evlerinde Müslümanca yaşamaya çalışanlara Morisko adı verilir.Moriskolar dönemi, 17.yüzyılın başına kadar devam eder.Sadece Müslümanlar değildir zulme maruz kalan…Yahudiler de aynı kaderi paylaşır Müslümanlarla. Kıtadan sürülen Yahudilerin bir kısmı Mağribe bir kısmı Osmanlı’ya bir kısmı da Kuzey Avrupa’ya gider. Cezayirli tarihçi Jaques Attali’nin deyimiyle “Avrupa 1492 ‘de, kendisine Kudüs’ü hatırlatan her şeyden arınmıştır.” Yahudilere duyulan kinin son örneği ikinci dünya savaşında görülecektir. Hitler’in riyasetinde Germenler zerrece acımayacaktır Yahudilere. Müslümanlara duyulan nefretin Avrupa’daki son gösterisi ise Endülüs trajedisinin 500. Yılında, Bosna’da (sistematik kıyım-katliam olarak) sahnelenir.

Kamil ERGENÇ

NOT: Bu yazı’m Umran Dergisi’nin 303.sayısında “Gurur ve Hüzün Beldesi Endülüs” başlığıyla yayımlanan metnin gözden geçirilmiş halidir.

Yararlanılan Kaynaklar

1-Jacques Attali/1492/Çev.Mehmet Ali Kılıçbay/2.Baskı/İmge Kitabevi/Mart-1999

2-Prof.Dr.Ph.K.Hitti/Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi/Çev.Prof.Dr.Salih Tuğ/1.Baskı/İFAV Yay./2011-İstanbul

3-Prof.Ahmed İsa/Müslümanların Rönesansa Katkısı/Türkçesi:Emre Miyasoğlu/3.Baskı/Mahya Yay./2017-İstanbul

4-Av.Ali Abdullah/İki Kaya Arasında Endülüs/Kurtuba Yay.

5-Bilge Adamlar Dergisi Endülüs Özel Sayısı/2013/Sayı:32

6-Nıgel Clıff/Son Haçlılar:Vasco Da Gama’nın Hıristiyan ve İslam Dünyası Arasındaki Mücadelede Dönüm Noktası Olan Yolculukları/Türkçesi:Deniz Güzelgülgen/Remzi Kitabevi/1.Basım/2013 İstanbul

7-Mehmet Akif Ersoy/Safahat(Eski ve Yeni Harflerle Tenkitli Neşir)/Hazırlayan :Ertuğrul Düzdağ/İz Yay./1991-İstanbul


AddThis
 

Yorum ekle