okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün302
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2342
mod_vvisit_counterBu ay12573
mod_vvisit_counterHepsi1839582

Okuma Üzerine

 

''Göz Medeniyeti'' tarafından ayartılmaya çalışılan ''söz ve yazı medeniyetinin'' çocuklarına selam olsun.

Okumanın her türlü ayartıcılık,manipülasyon,dezenformasyon ve spekülasyon dayatmasına karşı bilinci diri tutmaya yarayan soylu bir eylem olduğunu söylemek mümkün.Bu sayededir ki insan hakikatle temas kurma imkanına kavuşur.Bilgi-fikir ve eylem arasında birbirini tamamlayan bir ilişki vardır.Nitelikli fikirler nitelikli bilgilerle, nitelikli eylemler ise nitelikli fikirlerle ortaya çıkar.Sahih bilgiye dayanmayan eylemler kof/sığ/yavan,sahih eylemler üret(e)meyen fikirler ise donuk ve hikmetsizdir. Okumak eylemi, fikir oluşturma sürecinin ilk aşamasını oluşturduğu için değeri tartışılmazdır. Ancak okumayı salt yazılı bir metni kıraat etmek şeklinde anlamak yanlış olur. Okumak aynı zamanda olayları,olguları,varlığı ve varoluşu okumak şeklinde gözleme/müşahedeye dayalı olma hususiyetine de sahiptir.Aklın bağ kuran hususiyeti, böyle bir okumada sebep-sonuç,makul-makul olmayan v.b.çıkarımlar yaparak sürecin sağlıklı işlemesine yardımcı olur.Böylece insan, varlık sahasını işgal etmeye başladığı andan itibaren edindiği malumatlar ekseninde bir düşünme eylemi gerçekleştirir ve bazı temel sorulara yanıt aramaya başlar.

Akli olgunluğa ulaşan her insanın başta kendisiyle ilgili olmak üzere sorduğu bazı temel sorulara şu örnekler verilebilir: Ben kimim? Yaşadığım evren nasıl bir yer?Neden varım?Öldükten sonra ne olacağım? vb. Kabaca benlik, mekan,varlık ve ölüm üzerine odaklanan bu sorular, nasıl bir hayat yaşayacağımızın da cevabını içerir.Bu sorulara her insan meşrebince cevaplar üretir.Ancak bu sorulardan kaçmak mümkün ve akıllıca değildir.Yaratılmış varlıklar içerisinde irade sahibi tek varlık olma özelliğine sahip olarak insanın bu sorulara cevap üret/e/memesi düşünülemez.Zaten bu sorular aynı zamanda bir hayat felsefesinin gerekliliğini de icbar ettiğinden kaçınılmaz olarak yüzleşilmesi gereken sorulardır.Denebilir ki, modern dönem insanın bu temel sorularla meşgul olmasını engellemek için ‘’hız’’ ve ‘’haz’’ eksenli bir hayatı, adeta, dayatmaktadır.Yine bu sebepten olsa gerek teknoloji devrimiyle birlikte insan hayatının her anı, hem denetlenebilir kılınarak hem de merkezsiz/öznesiz iletişim unsurlarıyla ele geçirilerek soru sorma kabiliyeti ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.’’Bu çağın trajedisi nedir?’’ diye bir soru sorulsa kanaatimce ‘’insanın soru sorma iradesinin dumura uğratılmasıdır’’ denebilir.Çünkü soru sormak sadece insana has bir eylemdir.Bu nedenden olsa gerek ilim ve irfan geleneğimiz ‘’kişinin aklı sorduğu soru kadardır’’ deme ihtiyacı hissetmiştir.

İnsanın gerçek anlamda kim olduğunun tebarüz ettiği anlar genelde modern dönemin ‘’boş vakit’’ olarak isimlendirdiği anlardır. Çünkü modern insan ‘’kamusal alanda’’ genel itibariyle kendisinden beklenen davranışları sergiler.Yani rolünü oynar.Ancak kendisiyle baş başa kaldığında ‘’gerçek yüzünü’’gösterir.Binaenaleyh modern bir insanın boş vakitlerinde ne yaptığına bakarak onun gerçekte ‘’nasıl bir insan olduğu’’ anlaşılabilir.

Okumanın hem yazılı bir metni kıraat etme hem de varlığı,varoluşu,olayları ve olguları okuma şeklinin olduğunu söyledik.Bu noktada okumanın amacına yönelik olarak bazı noktalara temas etmek gerekir diye düşünüyoruz. Niçin okuruz? Ya da niçin okumalıyız? Bu sorulara farklı cevaplar vermek mümkün: Bilgi edinmek için, meslek sahibi olmak için,malumatfuruşluk taslamak için,hobi için,güçlü olmak için,entelektüel olmak için…Cevaplar uzatılabilir.Ancak okuma eylemini önemli kılan, bizim inancımıza göre, bu cevaplardan hiçbiri değildir.Biz,yalnızca hakikatle temas kurmak ve gerçeğe nüfuz etmek için okuruz/okumalıyız.Çünkü biliriz ki, ancak hakikatle temas kuranlar ve gerçeğe nüfuz edenler varlığı,varoluşu,olayları ve olguları sahih anlamda anlayabilir ve anlamlandırabilirler.Bu noktada hakikatle temas kurmaktan kastımızın evvela yukarıda işaret etmeye çalıştığımız bazı temel sorulara tatmin edici cevaplar bulmak olduğunu hatırlatalım.İşaret ettiğimiz sorulara bulacağımız tatmin edici cevaplar başlangıçta bizi üç tasavvur biçimiyle tanıştıracaktır.Bunlar;

a)insan tasavvuru

b)evren tasavvuru

c)Allah tasavvurudur.

Öyleyse nasıl bir okuma eylemi insan, evren ve Allah tasavvurumuzu sahih bir zemine oturtmamıza yardımcı olabilir? Bu soru önemlidir. Zira bu üç tasavvur biçimiyle ilgili sahih  bir perspektife sahip olmayan insanın bütün bir hayatı aldanış içerisinde geçmiş/geçecek demektir.Bu nedenle biz okuma eylemini hakikatle temas kurmak olarak adlandırıyoruz.Hakikatle teması da üç tasavvur biçimi dediğimiz insan,evren ve Allah tasavvuru olarak formüle ediyoruz.Bu noktada ehemmiyetine binaen şunu ifade etmek isteriz ki, tarih boyunca bütün ideolojiler veya fikir akımları sözünü ettiğimiz bu üç tasavvur biçimini merkeze alarak ortaya çıkmışlardır.Zaten ideolojileri değerli veya değersiz yapan da insan,evren ve Allah hakkında ki beyanlarıdır.Dolayısıyla okuma eylemi fevkalade ideolojik bir eylem olarak değerlendirilebilir.Demek ki okuma sürecimiz bu üç tasavvur biçimiyle ilgili bize sahih bir perspektif sunmalı.Ancak burada çok önemli bir noktanın altını çizmek mecburiyetindeyiz.Bu üç tasavvur biçiminin nirengi noktasını Allah(c.c) tasavvuru oluşturmaktadır.Çünkü tevhit eksenli itikat sisteminde mutlaklık makamının yegane sahibi olarak Allah(c.c), bütün bir varlık aleminin rabbidir.Dolayısıyla Allah tasavvurunu sahih bir zemine oturtmadan insan ve evren tasavvurunu ikame etmek mümkün değildir.O halde evvela sahih bir Allah tasavvuru nasıl oluşturulur? Sorusunu sormak gerekecektir.

Sahih bir Allah(c.c) tasavvuru yalnızca Kuran ve Sünnet(yaşayan Kuran) merkezli oluşur. Mutlaklık makamının yegane sahibi olan Allah(c.c),aziz Kuranda kendisini nasıl tanıtıyorsa öyledir ve bize düşen buna iman etmektir. Sahih bir Allah tasavvurunun insan üzerinde ki tezahürlerinin nasıl olduğunu görmek için de Peygamber(s.a.v)’e bakılır. Peygamber,kamil mümin olma vasfıyla sadece kendi çağına değil bütün çağlara örnektir.Demek ki okuma eylemine başlarken evvela,gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemek bağlamında,Kuran ve Sünnet eksenli bir Allah tasavvuru oluşturmak gerekecektir.Bundan sonra ise insan ve evren tasavvuru gelir.Bu noktada da yine insanı en iyi tanıyan olarak mutlaklık makamının yegane sahibi olan Allah(c.c)’a müracaat etmek gerekir.Ontolojik olarak, insanın temel hususiyetleri hakkında, aziz Kuranın çizdiği çerçeve ‘’ben kimim?’’ sorusuna efradını cami ağyarını mani bir cevap olacaktır.Bu çerçevenin nasıl hayat bulduğu,yani şerefli bir varlık olarak insanın ‘’üstün insan’’ olma vasfını nasıl kazanacağı hususu da peygamber(s.a.v) örnekliğinde belirginlik kazanır.Peygamber(s.a.v), ‘’insan üstü’’ değil fakat üstün insan olma noktasında zirveyi temsil eder.Onun hayatı, insani yüceliğin  en müstesna örneği olması dolayısıyla takdire şayandır.

Üçüncü tasavvur biçimi olarak evren tasavvuru ise insanın mekan idraki için elzemdir. Nasıl bir yerde yaşadığımız ve bu yerin hangi hususiyetlere sahip olduğu hakkında sahih bir bilgi sahibi olmak mühimdir.Evren tasavvuru, aynı zamanda tabiatla nasıl bir ilişki kuracağımızın şifrelerini verir.Bilinir ki insan bu evrende yalnız değildir.Tabiat onun eylem alanı olmakla birlikte emanettir.Bu nedenle evren tasavvurunun oluşmasında da yine evrenin hem sahibi ham de yaratıcısı olan Allah(c.c)’ın belirlediği çerçeveye sadık kalmak gerekir.Avrupa aydınlanmasının evreni organik değil mekanik olarak tasvir etmesi insan-evren ilişkisinde sancılı bir sürecin başlamasına sebep olmuştur.Bu tasvirle evren, sırlarına ulaşmak için işkence dahil her türlü müdahalenin yapılacağı cansız bir ‘’yer’’ olarak kodlanmıştır.Bu anlayış sebebiyledir ki bugün hava,su,toprak ,ekin fesada uğramıştır.İnsan-evren ilişkisinde temel ilkeler bağlamında aziz Kuranın çizdiği çerçevenin mücessem örneği de yine peygamber(s.a.v)dir.Onun Uhut Dağı’nı seven ve sevilen olarak nitelemesi,nehir yatağından abdest alırken dahi israf etmemeyi salık vermesi,kıyametin kopacağı zaman dahi fidan dikmeyi öğütlemesi insan-tabiat ilişkisinin temel ilkelerini somut olarak öğretmesi açısından mühimdir.İnsan-insan,İnsan-evren ve insan-Allah ilişkisini sahih bir temele oturtmanın gerek şartı olarak zikrettiğimiz üç tasavvur biçimi ‘’anlamlı’’bir hayat yaşamanın yegane şartıdır.Bu şartı yerine getirmenin en önemli yolu ise hem kıraat etme hem de deney/gözlem/müşahede aracılığıyla okuma eylemidir.

Bahsini ettiğimiz üç tasavvur biçimi oluşturulduktan sonra artık kişinin Dünya’nın bütün kültür ve medeniyetleriyle temas kurması gerekir. Çünkü artık bir sabitesi vardır ve bu sabitesi zaviyesinden bütün kültür ve medeniyetleri hakikatin kantarında tartma imkanına sahiptir.Bu imkan sayesinde temas kurduğu kültür ve medeniyetlerden nasıl istifade edileceğini ve/veya istifade edilip edilemeyeceğini bilir.Sahip olduğu değerler sisteminin,tutunduğu sağlam kulpun,boyandığı ilahi rengin sadık bir fedaisi olarak insanlık ailesini muştulama seferlerine çıkar.Uğradığı her durakta mümin özgüveni ve cesaretiyle,hikmet ve güzel öğütle insanları muştusundan haberdar eder.Bunu yaparken muhatabının kültürel,etnik,mezhebi,folklorik ,coğrafi mensubiyetini bir sorun haline getirmez.Bilir ki Allah(c.c) bütün alemlerin rabbi,aziz Kuran bütün bir insanlığın hidayet rehberi,peygamber(s.a.v) de bütün bir insanlığın, kamil mümin olma yolunda, tek önderidir.

Allah,insan ve evren tasavvuru sahih bir şekilde inşa edildikten sonra sıra tarih tasavvurunun inşasına gelir.Bugünü anlama ve geleceği inşa etme anlamında tarih, oldukça önemli bir ilim dalıdır.Coğrafya,iklim,iktisat,üretim-tüketim ilişkileri,Pazar,din,siyaset,göç,savaş gibi olgular tarihin oluşmasında oldukça önemli yere sahiptirler.Bu nedenle tarih tasavvuru oluşturulurken tüm bu olgular zaviyesinden bir değerlendirme yapmak gerekir.Ancak bir tarih kitabı olmamasına rağmen bu alanla ilgili de aziz Kur’an’ın temel ilkeler koyduğunu ve toplumların yükseliş ve düşüşleriyle alakalı kesin veriler verdiğini hatırda tutmak gerekir.Örneğin Firavun özelinde zorbalığın zihinsel sömürgeleşme aracı haline getirilmesi,ölçü ve tartıda yapılan haksızlıkların yol açtığı yozlaşmalar,toplumların refahtan şımarmış kesimlerinin(mele ve mütref) hakikatin karşısındaki tavırları,sermayenin belli bir sınıfın elinde dolaşmasının kabul edilemezliği gibi bir çok örnekte tarihin oluşmasına etki eden olguların sahih bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu görebiliriz.Ancak bu durum elbette ki tarih ilminin ve bu ilme bağlı olarak kültürel antropolojinin bugün sağladığı imkanları gözden uzak tutmayı gerektirmez.Fakat unutmamak gerekir ki, özellikle antropoloji ilminin verileri daha çok oryantalist perspektifi yansıtmaktadır.Bu perspektif insanlık ailesinin üst kategorisi olarak Avrupalı insanı öne çıkarmakta, diğer toplum ve kültürleri ise alt kategoriler olarak kodlayarak medenileştirilmesi gerekenler sınıfına dahil etmektedir.Bu kategorizasyon sayesindedir ki Avrupa medeniyeti kolonyalist emellerini meşrulaştırmaktadır.Dolayısıyla tarih tasavvurunu oluştururken antropoloji,sosyoloji ve psikoloji gibi modern bilimlerin seküler karakterleri unutulmamalıdır.Bu noktada tarih okuyucusuna düşen karşılaştırmalı okuma dediğimiz yöntemi uygulaması ve müteşerri dili terk etmemesidir.Çünkü tarih sadece geçmişte ne olup bittiğini kronolojik olarak öğrenmek değil,toplumların yükseliş ve düşüşlerinin sebeplerine vakıf olmak ve aynı zamanda bugünü ve geleceği inşa etmek amacına matuf olarak okunur.Bu yönüyle tarih tekerrürden ibaret olmayıp, muteber bir öğretmendir.

Tarih tasavvuru, aynı zamanda içinde yaşadığımız Dünya’nın bugünkü haline nasıl geldiğinin anlaşılmasını da sağlar. Böylece gezegenimizin bugün yaşadığı buhranların farkında olmayı ve bu buhranlardan nasıl çıkılacağı hususunu berraklaştırmamıza yardımcı olur.Çağa tanıklık etmek olarak adlandırabileceğimiz bu durum, aynı zamanda ciddi sorumluluklar almayı icbar eder.Bilindiği üzere insanlık ailesi 17.yüzyıl ve sonrasında ciddi bir kırılma yaşadı.Kadim ile ayrışmayı merkeze alan bu kırılma hem zaman algısında ideolojik anlamda bir tahrifat yaparak ilkelden medeniye doğru bir gidişatı mutlaklaştırdı hem de ‘’ilerleme’’ eksenli bir sanayileşmeyi şiarlaştırarak gezegenin ve insanlığın mahvına sebep olacak bir düşünme ve eyleme biçiminin tebarüz etmesine öncülük etti.Batı Avrupa’da başlayan Aydınlanma devrimi,zamanla tüm küreyi etkisi altına aldı ve bugün de yakinen müşahede ettiğimiz üzere homojen bir Dünya inşa etmeye uğraşıyor.

20.yüzyılda yaşanan büyük savaşlar, endüstriyel kapitalizmin küreselleşmesi,enformasyon alanında yaşanan devrimler ve küreselleşme ile birlikte Dünyamız belki de tarihinde hiç olmadığı kadar küçüldü.Bu küçülmenin kültürlerarası iletişimi arttırması anlamında olumlu katkıları olduğu gibi toplumların daha kolay manipüle edilebilir hale gelmesi gibi olumsuz neticeleri de oldu.Bu durum kolonyalizmin yeni versiyonlarının türemesine sebep oldu.Enformasyon araçlarındaki çeşitlilik bir yandan bilginin ultra hızlı yayılımını sağlarken, diğer yandan gerçeğin tersyüz edilmesine de olanak sağladı.Bu süreçte en büyük darbeyi kitap yedi.

Şüphesiz ki böyle bir süreçte kitabın ötekileşmesi kaçınılmazdı. Kitap artık sadece genç kuşaklar arasında değil çocuklar ve yetişkinler arasında da kendisinden nefret edilen bir objedir. Bilgiye kolay ulaşım ve görselleştirilmiş bilgiye teşne olma halinden ötürü kitabın talep edilirliği her geçen gün azalmaktadır. Ekran/lar karşısında hareketli nesnelere alıştırılmış zihinlerin sabit bir metne odaklanması ve ekrana göre bilgiyi daha geç ve zahmetli olarak ileten kitaba meyletmesi elbette gerçekçi değil. Ancak kitaptan uzaklaşarak rafine bilgiye ulaşmak ta mümkün değil.O halde bugüne şahitlik etme sorumluluğu bulunanların bir tercih yapması gerekiyor.Yapacağı tercih aynı zamanda ‘’olay eksenli’’ mi yoksa ‘’olgu eksenli’’ mi düşünmek istediğinin de bir işareti olacak.Olay eksenli düşünenler genelde ‘’ne oldu/ne oluyor’’ sorusunun ardında koşarken,olgu eksenli düşünenler ‘’neden oldu/neden oluyor’’ sorusunun cevabını bulmaya çalışırlar.’’Ne oldu’’ sorusunun cevabını ekranlar verirken ‘’neden oldu?’’ sorusunun cevabını kitaplar verir.Demek ki okuma eyleminde bulunacak kişilerin başta hangi soruların ardında gittiğini netleştirmesi gerekir.

İnkarı mümkün olmayan bir gerçeklik olarak bugünün medeniyetini ‘’göz medeniyeti’’ olarak adlandırabiliriz. Yukarıda da işaret etmeye çalıştığımız ekran eksenli düşünüş ve eyleyiş tarzının gözü merkeze aldığı bir hakikat. Tarihe bir felsefi perspektiften bakanlar göreceklerdir ki, insanlık uzunca bir süre söz ve yazının merkezde olduğu bir medeniyeti tecrübe etti.Sözü dinleyip en güzeline uyanı takdir eden,kaleme ve yazdıklarına kasem eden aziz Kur’an’a tabi olanlar, tarih boyunca söz ve yazıyı,kelamı ve kitabı hayatlarının merkezine koymayı şiar edindiler.İslam’ın evrensel mesajını bütün bir küre ölçeğinde yaymak için sözün ve kalemin gücünden istifade ettiler.Başka kültürlerin birikimlerinden istifade ederek elde ettikleri bilgilere yeniden içerik kazandırıp insanlık ailesinin istifadesine sundular.Bu özgüven sayesinde ortaya devasa bir birikim çıktı.Ve bu birikim bugün eleştirel bir dikkatle kendisini ‘’okuyacak’’kişileri bekliyor.Bugüne tanıklık etme kaygısı taşıyanların istikrarlı ve disiplinli bir okuma eylemine şiddetle ihtiyaçları var.Unutulmamalıdır ki,rafine bilginin peşinden gitme eylemi olarak okuma ‘’nötr’’ bir muhtevaya büründürülemez.Vesselam…

 

Kamil ERGENÇ 

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle