okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün578
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1751
mod_vvisit_counterBu ay11982
mod_vvisit_counterHepsi1838991

Yeni Türkiye Nedir?Ne Değildir?-VII

 

1980’li yıllar Türkiye’de küreselleşmenin tesirlerinin yavaş yavaş hissedilmeye başlaması yönüyle dikkat çekicidir. Özal dönemi olarak ta adlandırılabilecek olan bu yıllar;ekonomide liberalleşme,küresel sisteme entegrasyon,hızlı sanayileşme ve buna bağlı olarak kentli orta sınıfın(ortadireğin) ortaya çıkışı ve post-kemalist literatürün oluşması hususiyetleriyle öne çıkar.12 eylül ihtilaliyle önemli ölçüde etkisi azaltılan solun yerine ikame dilen Türk-İslamcı perspektif, Özal’ın liberal politikalarının meşrulaştırılması yönünde oldukça etkili olmuştur.Sağ/milliyetçi/muhafazakar geleneğin en önemli sığınağı olan ve İbrahim Kafesoğlu,Osman Turan gibi entelektüeller tarafından teorik çerçevesi çizilen Türk-İslam sentezi,ihtilali yapan konsey tarafından da benimsenmiş ve Özal’ın kişiliğinde de önemli ölçüde temsil edilmiştir.Bu gelenek, seküler milliyetçiliğe karşı dini milliyetçiliği öne alan,milliyetçi tezlerin kitleselleşmesi için dini ve tarihi araçsallaştıran oldukça pragmatik  bir perspektife sahiptir.Türkiye’nin kültürel alanda yaşadığı iddia edilen yabancılaşmaya karşı adeta bir bariyer işlevi gören Türk-İslam sentezi, Özallı yılların egemen ideolojisi olmanın yanında başka bir enternasyonel imaja sahip olan İslamcılığın ‘’ötekileştirilmesi’’ için de önemli bir işlev görmüştür.İslam’ın itikadi bir varoluşun öznesi olmasını engellemek için oldukça önemli bir misyon üstlenen ,sonraları Siyasal İslam terkibi de aynı amaçla kullanılacaktır,Türk-İslam sentezi Yeni Türkiye’de de sahiplenilmiştir.2000’li yıllarda ise İsmet Özel tarafından ‘’kafirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir’’ aforizmasıyla Türk-İslam sentezine itikadi bir gömlek giydirilmek istenmiştir.Özel’in Türklüğü bir ırk olarak değil de ‘’karakter’’ olarak tanımlaması ve bu karakterin İslamsız düşünülemeyeceğini iddia etmesi 1980’li yıllarda Aydınlar Ocağı havzasında dillendirilen sentezin geçirdiği evrim açısından kayda değerdir.Bu noktada denebilir ki eski Türkiye olarak tesmiye edilen dönemlerde enternasyonel perspektife sahip olan iki hareket, Sol ve İslamcılık, aynı bariyere karşı yani Türk-İslam sentezine karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır.Yerlilik ve millilik ekseninde cereyan eden bu çatışma süreçleri,yeni Türkiye’de de aynen geçerliliğini korumaktadır.Küreselleşmenin en etkili olduğu zamanımızda, yerli ve milli vurgusunun oldukça yoğun yapılması muhafazakar bir refleks olmanın yanında,aynı zamanda karşıtlık üretme amacı da gütmektedir.Bu noktada yeni Türkiye’nin sağ/milliyetçi/muhafazakar paradigma üzerinde inşa edilmesi aslında Özal döneminin tekrarı olarak görülebilir.Dolayısıyla Özal dönemini erken AK Parti dönemi olarak adlandırırsak herhalde hata etmiş olmayız.

Özal, ultra-pragmatist kişiliğiyle bir yandan Türkiye’nin Menderes döneminde yarım kalan kapitalistleşme sürecini hızlandırırken; diğer yandan İran devriminin Türkiye’ye etki etmesini engellemek amacıyla,ABD’nin önerisiyle, dini özgürlüklerin önünü açarak tabanda biriken enerjinin sağaltılmasına yardımcı olmuştur. Yol-köprü-baraj ve ağır sanayi ekseninde tebarüz eden kalkınma modeline yeni bir ‘’sınıf yaratma’’ amacı da eklendiğinde Özal’ın, 80 öncesinde cari olan karşıtlıkların yerine bir nevi çevrenin merkeze yerleşmesine olanak tanıyan bir misyonun temsilcisi olduğu söylenebilir. Orta direk olarak tesmiye edilen bu sınıf sonraları kentli,milli ve yerli ana damarı oluşturacaktır.Bu noktada Yeni Türkiye’nin,Özal döneminde tohumları atılan kentli orta sınıf desteğinde inşa edildiğine dikkat etmek gerekir.Bu sınıf İslam’ı, itikadi bir varoluşun öznesi olarak değil kültürel varoluşun nesnesi olarak benimsemiş,devleti Osmanlı-Selçuklu geleneğinin devamı sadedinde mutlaklaştırmış,imparatorluğun ulus-devlete evirilmesinden sonra ise etnisite eksenli bir tavır alışın öznesi olmuştur.Dolayısıyla kentli orta sınıf hem eski hem de yeni Türkiye de yaslandığı değerler sistemi itibariyle benzerlikler göstermektedir.Ancak kırdan kente göçün kemale erdiği Yeni Türkiye’de, millilik ve yerlilik argümanlarının bir tür dışlama malzemesi olarak kullanılması dikkat çekicidir.Toplumda 1980 öncesinde var olan sağ-sol karşıtlığının yerini yerli ve milli olan-olmayan karşıtlığı almıştır.Dolayısıyla enternasyonel perspektife sahip olan sol ve İslamcılık Yeni Türkiye’de gayr-ı milli olmakla itham edilerek ‘’dışlanmışlardır’’. Bundan dolayıdır ki İslamcılık, küresel duruşunu revize ederek daha içe kapanmacı bir tavra ve tarza teslim olmuştur.Eski Türkiye’nin Özallı yıllarında kendisini muhafazakar ve sağcı gelenekten özerkleştirerek daha özgün bir bağlama yönelen İslamcılık,gerek soğuk savaşın bitişiyle düşmansız kalan sağcı/muhafazakar çizginin ‘’kökü dışarıda’’ yaftalamaları, gerekse de AK Parti döneminin yerlilik ve millilik vurgusunun oluşturduğu ultra- milliyetçi konjonktürün etkisiyle içe kapanma handikabıyla karşı karşıya kalmıştır.Bu handikabın kısa vadede aşılabilmesi ise mümkün görünmemektedir.Bu noktada şunu söylemek herhalde yanlış olmaz:Yeni Türkiye’de en büyük kayıp İslamcılığın özgün,özerk ve enternasyonel duruşudur.

Özal döneminde küre ölçeğinde meydana gelen en önemli hadise hiç şüphesiz Soğuk Savaşın sona ermesidir.Yaklaşık on yıl süren mürettep Afgan-Sovyet savaşı Sovyetleri yıpratmış ve 1991 de Sovyetler birliği dağılmıştır. ABD, Sovyetlere Afganistan’da bir Vietnam yaşatma imkanını on yıl boyunca tepe tepe kullanmıştır. Aynı dönem NATO’ya yeni bir öteki belirleme ihtiyacının doğduğu dönem olması itibariyle de dikkat çekicidir. Soğuk Savaş boyunca ötekisi ‘’kızıl tehlike’’olan NATO’nun yeni ötekisi artık ‘’yeşil tehlike’’ yani İslam’dır. Afgan-Sovyet savaşında üreyen Taliban ve türevleri, kendilerine savaş sırasında yardım eden ABD ve müttefikleri için tehdit haline gelmiştir.Dolayısıyla NATO bu tarihten itibaren görünürde Taliban ve türevleri olsa da küre ölçeğinde özgün/sahih İslami hareketleri bertaraf etmeyi ve İslam’ın,1979 da olduğu gibi,yeniden tarih sahnesine çıkarak paradigma dışı bir varoluşu temsil etmesinin önüne geçmeyi misyon edinmiştir.Bu misyona, zımnen de olsa, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve bölgede İsrail’den daha güçlü bir devletin oluşmasının önüne geçmeyi de ilave etmiştir.II.Dünya savaşı sonrasında NATO’ya dahil olan Türkiye’de soğuk savaş sonrası oluşturulan yeni konsepte göre konum belirlemiştir.Bu çerçevede evvela I.körfez savaşının aktif destekçisi olmuş,ardından ise 1990’lı yıllar boyunca İsrail’le ciddi bir yakınlaşma sürecine girmiştir.Oryantalistlerce Ortadoğu olarak adlandırılan bu coğrafyada, gerek sanayileşme alanında gösterdiği ilerleme,gerek laikliğin anayasal güvence altında olması gerekse de  kentleşme alanında gösterilen başarı-ki kentleşme modern/seküler yaşamın döl yatağı olması münasebetiyle önemlidir- Türkiye’yi ‘’model ülke’’ seviyesine çıkarmıştır.Ancak bu model ülkede,1980 sonrasında kendisini sağ/muhafazakar/milliyetçi ana damardan ayrıştırmayı başaran İslamcılık,yeni NATO konsepti çerçevesinde,birincil hedef olarak belirlenmiş ve bu engelin aşılması için ‘’Siyasal İslam’’ terkibi üretilerek 28 Şubat sürecinin köşe taşları döşenmiştir.İslam’ın bütün bir hayatı tanzim etmesi esası üzerine kendisini konumlandırmış olan İslamcılık,Siyasal İslam terkibiyle itikat merkezli duruşun yerine politik amaçlar güden ve bu amaçlarına ulaşmak için,şiddet dahil, her yola başvurabilecek bir ‘’öcü’’ olarak gösterilerek saf dışı edilmek istenmiştir.Oliver Roy’un teorisyenliğinde olgunlaştırılan ve Cezayir,İran örnekliği üzerinden kavramsallaştırılan Siyasal İslam,İslam’ı siyasal/politik amaçlar güden bir şiddet dini olarak göstermek suretiyle 28 şubat ve sonrasında siyasal olmayan İslam olarak kodlanan ve ekseriyetle Gülen Hareketi tarafından temsil edilen ‘’Ilımlı İslam’’ algısının oluşmasının zeminini oluşturmuştur.Nitekim Yeni Türkiye’nin inşasında Ak Parti ile Gülen Hareketi arasında yapılan ittifak,her ne kadar şimdilerde ilişkiler limoniyse de,Ak Parti’nin siyasal olmayan İslam imajının sağlanması açısından önemli bir işleve sahip olmuştur.

Soğuk savaşın sona ermesi doğal olarak bu dönemin koşullarında ortaya çıkan ideolojilerin varlığını da tartışılır kılmıştır. Sovyetler özelinde temsil edilen sol ideoloji, soğuk savaşın bitişiyle ciddi bir kriz yaşamaya başlamıştır.12 eylül ihtilaliyle büyük oranda saf dışı edilen sol,Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte moral anlamda da çökmüştür.Solun karşısında konumlanan sağ ise kendisini yeni sürece oldukça hızlı bir şekilde entegre etmiştir.Türk-İslam sentezini bayraklaştırmak suretiyle kendisine yeni öteki olarak İslamcılığı ve Sol Paradigmadan beslenen Kürtçülüğü seçen sağ/muhafazakar çizgi, devletin en kullanışlı entelektüel havzası olmuştur.İslamcılığın kendisini muhafazakar/sağ çizgiden ayrıştırdığı 80’li ve 90’lı yıllar Yeni Türkiye’nin anlaşılması açısından oldukça önemlidir.Çünkü bu yıllarda aynı zamanda Kemalist İdeoloji ciddi bir eleştiriye tabi tutulmuştur.İslamcılar başta olmak üzere kimi zaman liberallerin ve enternasyonel solun da katkılarıyla Kemalizme yöneltilen eleştiri Yeni Türkiye’nin inşasında Ak Partiye oldukça zengin bir literatür bırakmıştır.Ak Parti, kuruluşundan itibaren hem bu dönemde oluşan literatürden hem de İslamcı,liberal ve sol entelektüel havzadan istifade ederek Ordu-Üniversite-Yargı ittifakından müteşekkil Kemalist Oligarşinin geriletilmesinde önemli ölçüde mesafe almıştır.Cezaevlerinde ki mahkumların koşullarından,üniversiteye girişte karşılaşılan katsayı ve kıyafet engeline,ulus-devlet paradigmasından fikir özgürlüğüne kadar bir çok alanda sol-liberal-İslamcı ittifakı Kemalizm’in geriletilmesinde ve Post-Kemalist sürecin inşasında oldukça etkili olmuştur.Denebilir ki Yeni Türkiye’nin inşası aslında tek başına Ak Parti’nin değil,özellikle 80’li yıllardan itibaren başlayan Post-Kemalist sürecin mimarları olarak İslamcı,liberal ve Sol çevrelerin ittifakıyla mümkün olmuştur.Ak Partinin bu süreçte oynadığı rol ise 80 sonrasında oluşan bu birikimi ‘’politik ve dini popülizmle’’ mezcetmek olmuştur.

Elbette ki Kemalizmin geriletilmesi süreci küresel bağlamdan bağımsız değerlendirilemez. Özal’ın Türkiye’nin kapitalistleşmesi amacıyla attığı liberal adımlar bu süreçte hayatiydi ve hızlı sanayileşme süreciyle ortaya çıkan kentli orta sınıfın/merkez sağın Kemalizmle devam edemeyeceği aşikardı. Küreselleşme olgusu kendisini hızla hissettiriyordu ve ulus-devlet aygıtı açısından netameli yıllar başlamıştı.Özel kanalların ve uydu yayınlarının çoğalmasıyla ‘’dışa açık’’ kentli genç kuşaklar yetişmeye başladı.1990’lı yıllarda hayatımıza giren internet sayesinde küre ölçeğinde iletişim ve ticaret arttı.Kültürel birörnekleşme sürecinin hızlandığı bu dönemler ulus-devletin hegemonyasının çatırdamaya başlamasına sebep oldu.Artık sınırlar harita üzerinde değil fakat ekranlar üzerinde hızla aşılıyordu.Dünyanın farklı ülkelerinde emsallerinin yaşam koşullarından haberdar olan yeni kentli genç kuşaklar,içeride politika yapıcıları rahatsız etmeye başlamışlardı.Dolayısıyla Kemalizmin buyurgan,jakoben,tekçi ve elitist tavrının ve tarzının yaşama şansı her geçen gün azalıyordu.Post-modernizmin her türden otoriteyi dışlayan yapısı, modern dönemin ürünü olan tüm ideolojileri ve bu arada Kemalizmi sarsmaya başlamıştı.(Bu noktada ,konuyla dolaylı ilgisi olması münasebetiyle, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin de aslında Arap coğrafyasının gecikmiş küreselleşmesinin tabi bir sonucu olduğunu,otoriter rejimlerin baskılarından yılmış ve küre ölçeğinde ne olup bittiğinden haberdar olan genç kuşakların İslami taleplerden ziyade demokratik ve liberal talepler ekseninde gerçekleştirdiği isyan dalgası olduğunu hatırlatmakta fayda var).

Küre ölçeğinde devam eden modernite eleştirisi post-modern literatürün oluşmasını sağladı.Bu süreçte hem İslamcılık hem de Sol ve liberal çevreler post-modern literatürün imkanlarından istifade ederek Kemalizme taarruzda bulundu.(Belki de 1990’lı yıllar İslamcılığına yöneltilebilecek en önemli eleştiri,modernite eleştirisini kendi istinatgahlarına yaslanarak değil de post-modern literatürün imkanlarından faydalanarak ortaya koymasıdır).Post-modernitenin her türlü merkezi reddeden merkezsiz/öznesiz yapısı,tek bir hakikat olamayacağı iddiası ve ideolojilere/büyük anlatılara son veren perspektifi,modern paradigmadan beslenen Kemalizmin otoriter,jakoben,buyurgan ve tekçi yapısında önemli bir gedik açtı.İslamcı-liberal-sol ittifakın bu süreçteki en önemli başarısı olarak kayıtlara geçen Kemalist oligarşinin geriletilmesi, Ak Parti ile birlikte yeni Türkiye’nin inşasına evirildi.Yeni Türkiye’nin inşa sürecinde de devam eden İslamcı-liberal-sol ittifak;

1-Ak Partinin sağ/muhafazakar/milliyetçi geleneğe avdet etmesi

2-Ak Parti’nin benimsediği ‘’Politik ve Dini Popülizm’’ stratejisinin Türkiye toplumunda bulduğu niceliksel karşılığın başka müttefiklere ihtiyaç bırakmaması

3-Muhafazakar/sağ geleneğin entelektüelliği tahfif eden hususiyeti

4-Ultra-Pragmatik ve Ultra-Oportünist yapısıyla Türkiye’de ki liberal havzayı önemli ölçüde massetmiş Gülen Hareketi’yle hükümetin arasının açılması

nedenleriyle bozuldu. Bu bozulma kendisini en bariz olarak Gezi Parkı eylemlerinde gösterdi.

Kendisini yerli ve milli olarak merkezde konumlandıran Ak Parti, bir zamanlar Kemalist oligarşiye karşı ittifak yaptığı sol ve liberal çevreleri ‘’gayr-ı millilikle’’ itham ederek, ki bu itham tamamen eski Türkiye’ye aittir, dışladı.İslamcılık ise; Ak Parti’nin yaslandığı toplumsal tabanın genişliği,iktidarla kurulan yakın entelektüel ilişkiden mütevellit ortaya çıkan düşünsel kısırlık hali,bölgesel konjonktürün ortaya çıkardığı kaotik durum ve liberal-sol değerlere karşı rezervinden dolayı,enternasyonel duruşundan taviz vererek,Ak Parti ile ittifakını devam ettirdi.Böylece İslamcılık muhafazakar/sağ gelenek tarafından,şimdilik,massedilmiş oldu.Sol ve liberal çevreler ise Ak Partiyle aralarına mesafe koyarak ve hatta doğrudan cephe alarak yerlerini belirledi.Vaktiyle Kemalist otoriterliği bertaraf etmek için İslamcılarla birlikte çabalayan liberal ve sol çevreler, Yeni Türkiye’de Ak Parti’nin temsil ettiği muhafazakar/sağ ve Türk-İslamcı tavrın ve tarzın geriletilmesi için gayret gösterdi/gösteriyor.

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız  


AddThis
 

Yorum ekle