okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün153
mod_vvisit_counterDün867
mod_vvisit_counterBu hafta2193
mod_vvisit_counterBu ay12424
mod_vvisit_counterHepsi1839433

Seküler Muhafazakarlık-I

 Her kavram içine doğduğu tarihin ve kültürün izlerini taşır.Bir kavramın-hele de bu kavram başka bir dilden ve kültürden ihraç edilmiş ve doğrudan hayata ve varlığa ilişkin bir kavram ise-içine doğduğu düşünsel/entelektüel ve kültürel zemin bilinmeden,o kavramı doğuran sosyal,siyasal,ekonomik v.s şartlar etüt edilmeden tanınması mümkün değildir.Üstelik bu kavram sekülerlik ve muhafazakarlık gibi kendisini dini olanla bağ kurmadan anlamlandıramayacağımız kavramlar ise daha bir hassasiyet göstermek icap eder.Çünkü o zaman meseleyi, kavramın ortaya çıktığı tarihi ve kültürel havzada dinin neye tekabül ettiği yönünden ele almak gerekecektir.Dolayısıyla hayat algısında köklü değişikliklere sebep olan kavramların mahiyetleri bilinmeden,alelade bir şekilde kullanılması ciddi sorunlara sebep olabilmektedir.

Dahili oryantalist müdahaleye maruz kalan her toplumun yaşadığı gibi Türkiye insanı da yıllardır kendi tarihi ve kültürel geçmişiyle alakası olmayan kavramların tasallutu ve istilası altındadır. Aydınlanma düşüncesinin hayatın her veçhesini kuşatan, hakikatin ilahi bilgilendirme olmadan akıl merkezli bilinebileceği algısının ve bu algının  ortaya çıkardığı ‘’değişim,ilerleme,gelişim’’ kavramları ekseninde tebarüz eden yaşam tarzının üstünlüğü düşüncesiyle, Osmanlıyla başlayıp Cumhuriyet idaresinde de devam eden kavram ve tarz-ı hayat aparma hastalığı bugün de farklı şekillerle sürdürülmektedir.Bugünkü usulün daha çok neo-kolonyalist bir tarzda gerçekleştiğini ve seküler/profan/ladini yanının oldukça görünür olduğunu özellikle ifade etmek gerekir.

Batı karşısında alınan yenilgilerin bir sonucu olarak Batı tipi modernleşmenin imkanlarını araştıran Osmanlı İmparatorluğu, ya II.Mahmut örneğinde görüleceği üzere ve İbn-i Haldun’u haklı çıkarırcasına galiplere motamot benzeme tarzında-bu tarzın Rusya’da ki temsilcisi Deli Petro’dur- ya da II.Abdülhamit örneğinde görüleceği üzere bazı geleneksel değerleri/kurumları muhafaza ederek modernleşmeyi yeğlemiş;Osmanlı’nın yıkılışını müteakip dahili oryantalizm süreci olarak adlandıracağımız Cumhuriyet Türkiye’si ise,II.Mahmut’un ardılları olarak Kemalistleri,II.Abdülhamit’in ardılları olarak ta muhafazakarları tebarüz ettirmiştir.Her iki anlayışta modernliğin ‘’paradigmasına’’ dokunmadan toplumu şekillendirme niyetindeydiler.Aralarında ki tek fark modernleşme sürecinin nasıl gerçekleş(tiril)eceği noktasındaydı.(*)

II.Mahmut’un ardılları olan Kemalistler,Fransız İhtilali’ni  gerçekleştirdikten sonra geleneğe savaş açan ve geleneksel yani dine ait ne varsa ortadan kaldırarak modernleşmeyi savunan Jakobenleri taklit etmeyi önerirken,II.Abdülhamit’in ardılları olan Menderes,Özal,Erbakan ve Erdoğan çizgisi ise muhafazakar modernleşmeyi savundular.Nitekim gelinen nokta itibariyle, post-modern sürecin de imdada yetişmesi neticesinde, muhafazakar modernleşme kanadı galip geldi.Bu iki modernleş(tir)me tarzının,modernliğin döl yatağında gürbüzleşen sekülerliğin Müslümanlar tarafından kanıksanmasına dönük hizmetleri(!) yadsınamaz.Mü’min ve Müslim kimliğin yerine muhafazakarlığın sığ sularında dolaşmak ve sekülerliğin ‘’şirk’’içeren mahiyetine aldırış etmeden içselleştirilmesine zemin hazırlamak ciddi kimlik krizlerinin de habercisidir.

20.yüzyıl pozitivizminin ürünü olan birey,toplum ve ulus-devlet formunun Osmanlı hinterlandında kur(dur)ulan tüm devletlerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de cari kılınmak istenmesi manidardır.Türkiye gibi doğrudan sömürgeleştirilemeyen ülkelerde içeriden dönüştürme gayesine matuf olarak ulus-devlet formunun geçerli kılınması ve bu formun sekülerlikle tahkim edilmesi ümmet,cemaat ve mümin şahsiyet gibi kavramların merkezi rol oynadığı mü’min bilinci yaralamıştır.Bu kavramların yerine birey,toplum,vatandaş ve ulus-devlet gibi seküler/profan/ladini kavramlar ihdas edilmiştir.Bugüne kadar da Müslümanlar bu kavramların çevrelediği bir dünyanın mensupları olarak yaşamaya devam etmektedirler.Her kavram gibi adı geçen bu kavramlarda mahiyetlerine uygun insan tipleri oluşturdu.

Mü’min şahsiyetin yerine ikame edilen ‘’birey’’ kavramı aklı mutlaklaştıran ve hakikate mutlaklaştırdığı ve ilahi rehberlikten azat ettiği bu aklıyla ulaşacağını iddia eden insan tipini tanımlamak için kullanıldı.İslam’ın organik,birbirine karşı sorumlu,ma’rufu emredip münkerden nefyetme ameliyesini şiar edinen  ‘’cemaati’’ yerine, aklını ilahi rehberlikten azat etmiş bireylerin oluşturduğu kalabalığı tanımlayan ‘’toplum’’ kavramı ihdas edildi.Bu toplumun organize olmuş halini temsil eden ‘’ulus-devletin’’ sadık bir mensubu ve cesur bir mübarizi olarak ta ‘’vatandaş’’ kavramı ortaya atıldı.Dolayısıyla bugün özelde Türkiye genelde ise Dünya insanlığı için yapılan tüm değerlendirmeler bu saydığımız ulus-devlet klişelerinden kurtulamamaktadır.


Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız


AddThis
 

Yorum ekle