okumali

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün70
mod_vvisit_counterDün478
mod_vvisit_counterBu hafta2493
mod_vvisit_counterBu ay7292
mod_vvisit_counterHepsi1848072

Türkiye İslamcılık Bahsi Üzerine-II

20.Yüzyılın ikinci yarısında dünyayı homojenize etme ve sermayeyi merkezileştirme çabaları ağırlıklı olarak,oryantalistlerce, Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyada yoğunlaştı.Bu homojenizasyon projesi paralel olarak Milton Friadman’ın kurduğu Chicago Üniversitesi iktisatçıları aracılığıyla Latin Amerika’da da sürdürüldü.

Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi ve sembolik dahi olsa hilafet makamının ortadan kalkması dünya Müslümanlarını olduğu kadar belki daha da fazla Türkiye Müslümanlarını  etkiledi.Cumhuriyet idaresiyle demir perde ülkesi haline ge(tiri)len Türkiye,1960’lı yıllara kadar ümmet coğrafyasında ne olup bittiğinden çok fazla haberdar değildi.Mevcut alim ve mütefekkirlerinde sahne dışına itilmesiyle birlikte yeni dünya düzenine daha rahat uyum sağlayacak bir nesil oluşturma çabaları Menderes döneminin kısmi liberal politikalarıyla gerçekleşmeye başladı.

Marshall Yardımları’yla Türkiye’ye tam anlamıyla yerleşen küresel sermaye artık Türkiye’nin sanayi ve tarım politikasını belirleme noktasına kadar gelmiş ve siyasal alanda da bağımlılığı hat safhaya taşımıştı.ABD yardım teşkilatı olan JUSMAT’ın TBMM ile aynı binayı paylaşması,küresel istihbarat yapılarının Türkiye istihbaratı ile içli dışlı oluşu ve NATO üyeliğinin getirdiği yeni ve  halktan kopuk;aynı zamanda küresel istikbarın arzuları istikametinde konumlanmış ordu yapısıyla,yeni Türkiye İran’dan sonra bu bölgedeki ikinci uzak karakol gibi çalışmaya başladı.

NATO konseptinin sözde ‘’kızıl tehdit’’ merkezli yapılanması doğal olarak Türkiye’de de İslami rengi ağır basan hareket ve yapıların önünün açılmasını sağladı.Milli ve manevi ağırlığı yüksek KMD(komünizmle mücadele dernekleri)’ler eliyle sağ-sol çatışması üretilerek tahrip edici bir savaşın tohumları atıldı.Bu mücadele 12 eylül sürecine kadar bu ülkenin en genç ve üretken beyinlerinin canlarına mal olan tirajik bir süreç olma özelliği taşır.Sağ ve sol adı altında birbirlerinin canına kasteden insanlar perde gerisinde kimlerin olduğunu 12 eylülde görecek fakat iş işten geçmiş olacaktı.

Bugünden geriye bakıldığında yaptığımız bu tespitleri o dönemi yaşayan herkesin yapmasını beklemek elbette mümkün değildir.Nihayetinde biz bugün geçmişin bilgilerine sahip olarak konuşuyoruz.

1960’lı yıllarda yapılmaya başlayan çeviri faaliyetleriyle ümmet havzasından alim /mütefekkir insanlarla tanışan Türkiye insanı, o güne kadar milli ve sağcı diye tabir edilen İslami algısını masaya yatırmaya ve ümmet merkezli düşünmenin önemini fark etmeye başladı.Dünyaya kapalı olmanın getirdiği bir taşralılık halini aşma noktasında oldukça önemli olan bu çeviri faaliyetleri,Türkiyeli Müslümanların ufuklarının açılmasında ve vahyi merkeze alan bir İslami yaşantının pratiklerinin oluşturulmasında oldukça etkili oldu.Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kurulduğu 1925’ten sonra düşünsel olgunluk aşamasına geldiği 1960’lı yılların ‘’İslam İdeolojisi’’algısının Dünya da olduğu kadar Türkiye’de de talep/kabul görmesi,İslamcılığın en önemli kazanımlarından biri olarak görülebilir.

İslamcılık fikriyatının ortaya çıkış sürecinde hilafetin merkezi ve tüm dünya Müslümanlarının temsilcisi pozisyonunda olan Osmanlı’nın yıkılma sürecini yaşıyor oluşu ,bazılarınca İslamcılığın sanki Osmanlıyı yeniden diriltme maksatlı bir hareket olarak algılanmasına vesile olsa da –kaldı ki aynı dönemde Osmanlıcılık akımı da vardır-aslında İslamcılık, Osmanlı’nın da fevkinde o günkü perişan durumun ortadan kaldırılması ve böylece ciddi arazlarla malul hanedanlık yapısının da bertaraf edilerek İslami anlamda ihya ve inşa merkezli bir harekettir.

İslamcılık düşüncesi değerlendirilirken şahıslar yerine İslamcılık fikri ve bu fikrin tekamül süreci ile ideolojik formasyonu kriter alındığında  yapılan değerlendirmelerin daha sağlıklı olduğu görülecektir.Çünkü kişilerin çabaları ve bu çaba neticesinde ortaya koyduğu/ürettiği hasıla, bu hem tepkisel anlamda hem de akademik anlamda olsun fark etmez , içinde yaşadıkları dönemden izler taşır ve bazen dönemi iyi analiz edememenin sonucu olarak yanlış yada eksik tepkisellikler/yorumlar içerebilir.Ancak fikir merkezli bir tartışma her zaman kişilerden ziyade o fikrin etrafını cami ağyarını mani bir tanımını ,kavramsallaştırmalarını,bu kavramlara yüklediği anlamları,kavram dünyasını hangi referanslarla inşa ettiğini, hedeflerini ve amacına ulaşmak için nasıl bir yol ve üslup belirlediğini ortaya koyma noktasında ciddi olanak sağlar.

1960’lı yıllar ve sonrası çeviri faaliyetlerinin Türkiye insanını ufkunun açılmasında ve vahiy eksenli İslam algısının oluşmasında çok önemli katkıları olduğu gibi olumsuz birtakım yansımaları da olmuştur. Özellikle özensiz yapılan çevirilerle bazı metinlerin ne dediğinin tam anlaşılamaması ve bu metinlerin ortaya çıktıkları toplumların tarihi/kültürel ve örfi yönünün yadsınması anakronik değerlendirmelerin yapılmasına neden oldu.Türkiye’yi Mısır veya Pakistan gibi değerlendirerek orada ki bir alim/mütefekkirin geliştirdiği ve yerel izlerde taşıyan yöntem/metotları burada da aynıyla uygulama telaşı, bir takım algı problemlerini ve dışlanmaları da beraberinde getirdi.Türkiye insanına has bir hareket fıkhı ve davet/tebliğ usulü geliştirememe gibi bir problemi de beraberinde getiren bu anlayışın zamanla yanlışlığı fark edilmiş ve daha bize özgü bir usulün tartışmaları yapılmaya başlanmıştır.

Burada dikkat çekmeye çalıştığımız ‘’bize özgülüğün’’, ümmet çizgisine halel getirecek bir içe kapanma veya ulusal İslam algısı oluşturma anlamına gelmediğini ayrıca ifade etmek gerekir.Nitekim toplumların kendine özgülükleri ve sahih İslami algıyla çatışmayan örfleri hareket fıkhının oluşmasında önemlidir.İbn-i Haldun’un bir topluma ancak yine kendi içinden birilerinin liderlik yapabileceği ilkesi İslami hareket fıkhının oluşmasında da önemli bir ilkedir.Türkiye toplumunu bir İran veya Mısır halkı gibi görerek orada başarıya ulaşmış bir tecrübeyi burada da mutlaka başarıya ulaşacağı yargısının doğru olmadığını fark etmek gerekir.Nitekim 1990’lı yıllarda kendisini radikal olarak tanımlayan İslami hareketler içinde kendi ailesini dahi cahili olarak niteleyen ve toplumu tekfir etme noktasına gelen bir çizginin olduğunu da hatırladığımızda,hareket fıkhının oluşturulmasında yerel unsurlarında dikkate alınması gerektiğinin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Özellikle,Seyyit Kutup’un modern dünya ile alakalı olarak ortaya koyduğu argümanların Türkiye Müslümanlarının İslamcılık ufuklarına çok önemli katkılar yaptığını burada belirtmek gerekir.Yoldaki İşaretler ve Fi-Zilalil Kur’an çalışmalarıyla Türkiye de tanınan Seyyit Kutup’un fikirleri bugün dahi modernite karşısında özgün İslami kimliğin inşası noktasında önemli bir yer işgal etmektedir.Seyyit Kutup’un modern dünya algısının cahili değerlerle paralellik arz ettiği vurgusu aslında son 200 yıldır batıya öykünmeci,batının tekniğini alıp ahlakını almama noktasında kanaat belirten İslamcı çizgiye,çok önemli bir yön tayin ederek işarette bulunmuş,üst perdeden ve özgün bir değerlendirme yapmak suretiyle de tüm dünya Müslümanlarına bir özgüven aşısı yapmıştır.

 

 

Kamil ERGENÇ

Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız  


AddThis
 

Yorum ekle