okumali

Üye Girişi

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün41
mod_vvisit_counterDün787
mod_vvisit_counterBu hafta2067
mod_vvisit_counterBu ay10151
mod_vvisit_counterHepsi1850931

Kimler Sitede

Şu anda 169 ziyaretçi çevrimiçi

Seküler Adlandırmalara Mahkum Değiliz

Allah’ın Ademoğluna en büyük ikramlarından biri hiç şüphesiz isim verme/adlandırma yeteneğidir. Bu yeteneği sayesinde insan, varlığını/varoluşunu adlandırma hususiyeti kazanır. Şüphesiz ki burada dilin rolü oldukça önemlidir. Dil aracılığıyla insan adlandırma imkanını kullanır. Yani adlandırma yeteneği ile dil, biri olmadan diğerinin imkansızlaşacağı bir durumu imgeler. Dilin yalnızca bir iletişim aracı olmadığı ama aynı zamanda varlığı adlandırma/tanımlama ve hatta Heidieggger’in deyimiyle varlığın meskeni olduğu hakikati hatırlandığında isim verme/adlandırma hususunun ne denli mühim olduğu ortaya çıkar. Bunun içindir ki Allah her topluma kendi lisanlarında bir elçi göndermiştir. (İbrahim Suresi 4.ayet) Peygamberler geldikleri toplumların lisanlarını konuşmalarının yanı sıra, yerinden edilen kavramları yerli yerine koymak ve birtakım kavramlara da, vahiy aracılığıyla, semantik müdahalelerde bulunarak ilgili kavramı hayatın anlamlandırılmasında anahtar kavram haline getirmek gibi bir misyonla da mükelleftirler. Dolayısıyla her peygamber aynı zamanda geldiği toplumda yaşanan kavram krizini ilahi yardımla çözen kişidir.

 

Medeniyetler Çatışması Ya Da Suriye Kimin Vietnam'ı Olacak?

Olayları değil olguları konuşmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor. Şahitlik ettiğimiz süreçler muhtemelen gelecek kuşaklar arasından çıkacak tarih felsefecileri tarafından daha sağlıklı değerlendirmelere konu olacak. Tarihin biz yaşarken yapılıyor oluşunun farkında olamamak gibi bir hastalığa düçar olmuş durumdayız. Bu hastalıktan kurtulabilmek için meseleleri medya/enformasyon araçlarının sığ, yavan ve şartlandırıcı perspektifinden uzaklaşarak değerlendirmemiz gerekiyor.Aksi taktirde tarihin hatalarıyla birlikte sürekli olarak tekerrür ettiği süreçlerin mahkumları olacağız.Başkalarının şekillendirdiği tarihte nesne olmaktan kurtulabilmenin yolu özgün tavır alışlar ve sahih değerlendirmeler yapmaktan geçiyor.Bunun için de evvela rafine bilgiye ulaşma merakı ve cehti içerisinde olmak ardından o rafine bilgiyi işleyebilme yeteneğine sahip olmak gerekmektedir.Çünkü rafine bilgiye sahip olmak aynı zamanda sorularımıza doğru cevap almamızı da sağlayacaktır. Bugünün enformasyon araçları genellikle ‘’ne oluyor’’ sorusuna cevap veriyor fakat ‘’neden oluyor’’ sorusunun cevabını bizlerden saklıyor.Bizler ne oluyor sorusu etrafında zamanımızı tüketip tavır alışlarımızı şekillendirirken neden oluyor sorusunun cevabını bilen az sayıda kişi(ler) kitleleri nasıl manipüle edeceğinin hesaplarını yapıyor.Olaylara odaklanmaktan hoşlanan zihinlerimiz palyatif çözümler üretiyor.Ancak esasa/öze ilişkin değerlendirme yapamıyor.

 

Modern Paradigmayı Sarsan Adam:Seyyid Kutub

Çağdışı olmuş hiçbir inanç ve dünya görüşünün adamı asılmaz.Asılan bir adamın ülküsü,asıldığı ülke için bir fantazya değil,tersine,statükocuların,yöneticilerin,bir anda toplumu  zapt edeceği korkusuyla geceleri kabus üstüne kabus geçirdikleri,gündüzleri çılgınlık nöbetleri içinde ne yapacaklarını bilemedikleri,düşünce planından taşarak hayat haline gelmeye başlamış,ülkenin geleceği için kaçınılmaz bir ölçüde söz sahibi olmuş bir ülküdür.Bu ülkünün düşünürlerinin bile asılmaya başlaması,yürürlükteki rejimin,son günlerinde kıran kırana bir ölüm kalım savaşına girişmesi anında olabilir.(Sezai Karakoç,Dirilişin Çevresinde,4.baskı,s.110,Seyyid Kutup’un idamı sonrasında yazdığı ’’Şehidin Mirası Zaferdir’’yazısından)

Seyyit Kutup’u konuşmak,20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslamcılık fikriyatının serencamını konuşmaktır dersek herhalde abartmış olmayız.Sadece Türkiye’de değil İran’dan Ortadoğu’ya,Kuzey Afrika’dan Amerika’ya ve Avrupa’ya kadar etkili olmuş Müslüman bir ideolog olması dolayısıyla Seyyit Kutup, gerek özgün İslami düşüncenin ortaya konulması gerekse inandığı değerler uğruna gerektiğinde kendisini feda etmesi noktasında bugünün Müslümanları tarafından yeniden gündemleştirilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

 

Etnik Aidiyetlerin Sekülerleşmesi

Etnik aidiyetler üzerinden politik tavır alışların her geçen gün popülerleştiği bir vasata doğru hızla ilerliyoruz.Dünya’da ki güç dengelerinin değişmesini müteakip bölgemizde,hassaten Suriye’de,oluşturulan kontrollü bunalım stratejisi,coğrafyamızda bazı değişim/dönüşümlerin habercisidir.Etnik aidiyetler üzerinden gerçekleşen kırılmaların son yüzyıldır yaşattığı travmalar henüz canlılığını korurken,yeni bir etnik ayrışmanın bölgede mukim Kürtler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir sürece şahitlik ediyoruz.20.yüzyıl boyunca farklı ulus-devletlerin egemenliği altında sürekli olarak istismar,katliam,asimilasyon ve inkar süreçlerine maruz bırakılan Ortadoğu Coğrafyası’nın bu kadim halkının PKK/PYD/HDP çizgisi aracılığıyla seküler bir dönüşümün hedefi haline getirilmesi,ulus-devlet yapılanmalarının İslam üst kimliği mefkuresini baltalayan bir bela olduğu gerçeğini teyit ediyor.Bu noktada her ulus devlette olduğu gibi şayet teşekkül ederse Kürt ulus devletinin de homojenleştirici özelliği ile tebarüz edeceğinde kuşku yok.Dolayısıyla böyle bir sürecin karşısında olmayı,devletçi reflekslerle hareket etmek ya da Türk ulusalcılığının payandası olmak şeklinde değil bilakis yüzyıldır ulus-devletlerin yaşattığı travmaların nelere yol açtığını gören ve kendisi için istemediğini kardeşi içinde istememe sorumluluğuyla mücehhez Müslüman farkındalığı bağlamında değerlendirmek gerekir.

 

Direniş Mektebinin Aziz Öğretmeni:Ahmet Şah Mesut

Asya canlı bir varlık ve Afganistan onun kalbi

Kalp harap olursa beden de harap olur

Kalp özgür kaldığı sürece beden de özgürdür

Değilse,

Rüzgarda sürüklenen saman sapı olur!

                                                                Muhammed İKBAL

 

Aylar içinde kimi aylar vardır ki diğerlerinden ayrılır. Ramazan ve Muharrem gibi…Günler içinde kimi günler vardır ki farklıdır.Cuma gibi…Beldeler içinde kimi beldeler vardır ki adı anıldığında insanı sarsar.Kudüs,Mekke,Medine gibi…İnsanlar içinde de bazı insanlar vardır ki diğer insanlardan farklıdırlar.Beşeriliğin çiğliklerinden arınarak insan olma yolunda sebat etmiş kişilerdir bunlar…İnsanlığın bir ‘’oluş’’ süreci olduğunun idrakinde olarak,insan-ı kamil mertebesine ulaşmak için nefsini tezkiye eden üstün şahsiyetler…Hikmeti ve irfanı şiar edinmiş,aleladeliklerden uzak,düşmanlarının dahi imrendiği yüce ruhlar…

 

Serdar Mahmut Tarzi Han ve Afgan Modernleşmesi

Afganistan denilince aklımıza ne gelir?Taliban mı?Üsame b.Ladin mi?Şibirgan cezaevi mi?Cenk kalesi mi?Bagram Hava üssü mü?Burka mı?Terörizm mi? soruları uzatmak mümkün.Ancak Afganistan’la ilgili olarak bugün aklımıza gelenler, aslında bir tür şartlanmışlıktan öteye geçmez.Bu şartlanmışlıklarda ise maruz kaldığımız algı operasyonlarının payı yadsınamaz.Algılarımızın kolaylıkla şekillendiril(ebil)diği bir zaman diliminde yaşıyoruz.Enformasyon tazyiki altında, sürekli olarak bir şeylere maruz kalıyor ve maruz kaldıklarımızı belli bir süre sonra içselleştiriyoruz.Öfkelerimiz ve heyecanlarımız kolaylıkla yönlendirilebiliyor.Sadece Afganistan’la alakalı değil bu söylediklerim.Hayat algımızın şekillenmesinde de aynı enformatik tazyikin mahkumları durumundayız.Kafamızı kaldırıp hakikatle temas kurmak oldukça zor ve zahmetli olduğundan,biraz da içinde bulunduğumuz durumu kanıksamış görünüyoruz.Matrix filminin unutulmaz repliklerinden olan ‘’cehalet mutluluktur’’sözünün şiarlaştığı bir yarına doğru koşar adım ilerliyoruz.19.yüzyılın cins filozoflarından Nietzche’nin dediği gibi,düşünsel anlamda büyük bir ‘’çölleşme’’ yaşıyoruz.

 

Post-Modern Putçuluk

İnsan olmanın, bir süreç gerektirdiği gerçeği hatırlandığında ‘’olmak’’sürecinin hangi bağlamda ve nasıl gerçekleşeceği hususunda post-modernitenin bizlere söylediği ‘’benliğimizi putlaştırmak’’tır.Benliğin putlaşması ise onun hakikatin ölçüsü olarak kabul edilmesi ve ‘’norm koyucu’’ bir hususiyet kazanması demektir.Modernliğin önemli kavramlarından biri olan toplum,paradigma içi bir eleştiriyle post-modernlikle beraber kendisine göre şekil alınan bir olgu olmaktan çıkmıştır.Modernliğin homojenleştirici rolüne muğayir olarak post-modernite parçalayıcılık ve öznesizlik üzerine kurulu yönüyle dikkat çekmektedir.Bu noktada toplum,bireyi kısıtlayan ve özgürlüğünü sınırlandıran bir olgu olarak tebarüz etmektedir.Oysaki modernlikte toplum sosyolojinin de yardımıyla aynı tarihi ve kültürel havzaya dahil olan bireylerin birlikteliğini ifade etmek amacıyla kullanılmakta ve ulus devletin oluşum süreci bu birliktelikten destek bulmaktaydı.Bireyin her türlü bağdan azade kalması üzerine kurulu post-modern süreçte ise toplum,bireyi engelleyici olarak kabul edilmektedir.Modernliğin kırılmaya uğrayarak geçirdiği bu evrim,Batıdışı toplumlarda daha sorunlu olma özelliği göstermektedir.Hıristiyanlığın kendi içinde yaşadığı dönüşümü bütün dünyaya teşmil etme gayretiyle Batı,Protestan ahlakının küreselleşmesini istemektedir.

 

Bir Devr/im/in Sonu Mu?

İran’ın P5+1(ABD,İngiltere,Fransa,Çin,Rusya ve Almanya) olarak adlandırılan küresel sistemle vardığı uzlaşmayı nasıl anlamak gerekir?Coğrafyamızın yeni bir kolonyalist müdahaleye maruz kaldığı bir dönemde,1979’dan beri paradigma dışı varoluş mücadelesi vermiş olan İran’ın, bundan sonra Dünya Sistemi’nde nasıl bir yer işgal edeceği bahsi, üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.İran,sahip olduğu medeniyet birikimiyle hiç şüphesiz bölgenin Türkiye’den sonra en ciddi devletlerinden biri.Ancak,Irak’ın işgali sürecinde ve son dört yıldır da Suriye özelinde izlediği politikayla İran,merhum Şeriati’nin ifadesiyle yeniden Safevi Şiiliğine avdet ederek hem ümmet havzasından hem de devrimin manevi ikliminden  gittikçe uzaklaşıyor.Bu nedenle mezhep holiganizminin yıkıcılığı coğrafyamızda her geçen gün artarken ve bu yıkıcılık İran-Suud hattıyla desteklenirken,İran’ın sisteme entegre edilmesi amacıyla yapılan anlaşma ile ilgili haklı kuşkularımız var.Anlaşmaya en sert tepkiyi İsrail ve Suudi Arabistan’ın göstermesi ise oldukça manidar.