okumali

Üye Girişi

Site İçi Arama

Ziyaretçi İstatistikleri

mod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_countermod_vvisit_counter
mod_vvisit_counterBugün705
mod_vvisit_counterDün527
mod_vvisit_counterBu hafta1878
mod_vvisit_counterBu ay12109
mod_vvisit_counterHepsi1839118

Kimler Sitede

Şu anda 10 ziyaretçi çevrimiçi

Gönüllü Mustazaflık Ya da Zihinsel Kadavralaşma Kabul Edilemez

Sömürgeleşmenin en tehlikeli olanı hiç şüphesiz zihinsel sömürgeleşmedir. Zihinsel sömürgeleşme bilincin körelmesi, sahih fikir ve eylem üretme potansiyelinin zaafa uğraması ve sömürgeleştiren iradeye karşı itiraz edebilme melekelerinin dumura uğramasına sebep olur. Zihnen sömürgeleşenler fiziki olarak sömürgeleşenlere nazaran daha uyumlu ve uzlaşmacıdırlar.Çünkü sömürgeciler gibi düşünmeye başlamışlardır. Bir insan/toplum, kendisini sömürenler gibi düşünmeye,onların kavramlarıyla hayatını anlamlandırmaya ve onların hayat tarzını kendisi için vazgeçilmez kılarak yaşamaya başladığında, artık o insan ve toplumun içinde bulunduğu durumdan kurtulması oldukça güçtür.Bundan dolayıdır ki tarih boyunca zihinsel sömürgeleşmeye maruz kalmış halkların, kendilerini yeniden sömürge öncesi dinamikleriyle inşa etmesi oldukça zaman almış, hatta çoğu zaman mümkün olmamıştır.Ünlü tarih felsefecisi İbn-i Haldun, İsrail Oğulları'nın Allah tarafından  Tih sahrasında kırk yıl boyunca sürgüne maruz bırakılmalarını, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘’sömürgeleşmiş zihin’’ teorisiyle açıklar.

 

Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık

Dinler Tarihi profesörü olan Kürşad Demirci’nin kaleme aldığı “Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık” kitabı, Yahudiliği ve Yahudilikte çok önemli bir alan ve inanç teşkil eden Kabalacılık/Mistisizmi anlama ve anlamlandırma açısından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Kitap, iki bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde, ‘Kabalacılığın Ana Hatları ve Sefirot Kuramı’ işlenmektedir. Bu bölüm altında Kabalacılıkta Kozmoloji/Yaratılış Kuramı ve Safed Kabalacılığı işlenmektedir. İkinci bölümde ise ‘Tarihsel Açıdan Kabalacılık’ anlatılmış; bu bölüm altında Kabalacılığın Kökeni ve Tarihsel Süreci irdelenmiştir. 

 

Yirminci Asırda Alem-i İslam

"Bu eser Yaralı bir kalbin eninidir" diyerek eserine başlayan Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, yirminci asırda özelde Osmanlı Devletinin genelde ise tüm İslam Coğrafyasının içerisinde bulunmuş olduğu buhranlı dönemi bariz bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yazar, eserinde sadece vakıa-yı tespit etmekle kalmaz aynı zamanda, alem-i islam'ın içinde bulunduğu durumdan kurtulması için tavsiyelerde de bulunur. Şehbenderzade, Alem-i islam-ın üzerinde oyun oynayan ülkeleri (Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere ) zikredip, bu devletler karşısında hangi mebadilerden yola çıkarak durulacağını eserinde özetle şu şekilde ifade eder: "En cengaver ve özgürlüklerine düşkün Araplar, Cezayir, Tunus ve Mısır'daki yirmi beş milyon Arap bugün bağımsız değilse, üç milyon Suriyeli, beş milyon Yemenli de Osmanlı'nın çökmesi durumunda bağımsız olamayacaktır."

 

Direniş Mektebinin Aziz Öğretmeni:Ahmet Şah Mesut

Asya canlı bir varlık ve Afganistan onun kalbi

Kalp harap olursa beden de harap olur

Kalp özgür kaldığı sürece beden de özgürdür

Değilse,

Rüzgarda sürüklenen saman sapı olur!

                                                                Muhammed İKBAL

 

Aylar içinde kimi aylar vardır ki diğerlerinden ayrılır. Ramazan ve Muharrem gibi…Günler içinde kimi günler vardır ki farklıdır.Cuma gibi…Beldeler içinde kimi beldeler vardır ki adı anıldığında insanı sarsar.Kudüs,Mekke,Medine gibi…İnsanlar içinde de bazı insanlar vardır ki diğer insanlardan farklıdırlar.Beşeriliğin çiğliklerinden arınarak insan olma yolunda sebat etmiş kişilerdir bunlar…İnsanlığın bir ‘’oluş’’ süreci olduğunun idrakinde olarak,insan-ı kamil mertebesine ulaşmak için nefsini tezkiye eden üstün şahsiyetler…Hikmeti ve irfanı şiar edinmiş,aleladeliklerden uzak,düşmanlarının dahi imrendiği yüce ruhlar…

 

Özgürlüğün Baş Dönmesi

Yazar bu kitabında benliğin tarihi dönüşümünden ve bu dönüşüme bağlı olarak terapinin kişiye bakış açısının değişiminden bahsediyor. Ayrıca geleneksel kişiliklerin modern çağın getirdiği çıkmazlarla nasıl yüzleştiği hakkında bizlere engin ufuklar açıyor.Küreselleşmenin bu benlik dönüşümü serüveni içerisinde ne denli etkili bir araç olarak kullanıldığından bahsederken; kapitalizmin benlikleri nasıl batından(içten)-zahire(dışa), ruhtan-bedene, değer, kültür ve maneviyattan geçici ve malayani(faydasız) duygulara dönüştürdüğünden dem vuruyor.Nihayetinde her şeyini kaybetmiş intisab(bağlılık) duyguları küreselleşmenin amaçları doğrultusunda öğütülmüş, boş benliğe sahip, tüketici ve müşteri kişi tiplerinin bizlere miras kaldığını vurguluyor.Yazar varoluşçu felsefeden kaos kuramına uzanan bir çerçeve içerisinde ruh sağlığı ve hastalığını anlamak için bütüncül bir bakış açısına sahip olunması gerektiğini belirtiyor. Tüm makalelerin içeriği tüm sosyal bilimlerin birbiriyle temas halinde olduğunu ve insanın ruhunu anlamak için farklı bilimlere bakmak gerektiğine işaret ediyor.

 

Tarihin Tekerrürü

Modernitenin post-moderniteye evirildiği,ideolojilerin/büyük anlatıların ortadan kalktığı,merkezsizliğin egemen olduğu ve mutlak hakikatin bilinemeyeceği mottosunun Avrupa merkezli olarak terviç edildiği bir tarih zaman kesitinin kaotik izdüşümlerini müşahede ediyoruz.Buna rağmen başka türlü düşünmemizi sağlamak amacıyla çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.Bir yandan sermaye temerküzünü gerçekleştirmiş ve Dünyanın kendisi dışındaki bölgelerini kendisine benzetmek için uğraşan bir Batı Medeniyeti varken diğer yandan o medeniyete benzeyip benzememe noktasında kafası karışık olanlar ile benzemek için elinden geleni ardına koymayanlar bulunmakta.

 

Seküler Adlandırmalara Mahkum Değiliz

Allah’ın Ademoğluna en büyük ikramlarından biri hiç şüphesiz isim verme/adlandırma yeteneğidir. Bu yeteneği sayesinde insan, varlığını/varoluşunu adlandırma hususiyeti kazanır. Şüphesiz ki burada dilin rolü oldukça önemlidir. Dil aracılığıyla insan adlandırma imkanını kullanır. Yani adlandırma yeteneği ile dil, biri olmadan diğerinin imkansızlaşacağı bir durumu imgeler. Dilin yalnızca bir iletişim aracı olmadığı ama aynı zamanda varlığı adlandırma/tanımlama ve hatta Heidieggger’in deyimiyle varlığın meskeni olduğu hakikati hatırlandığında isim verme/adlandırma hususunun ne denli mühim olduğu ortaya çıkar. Bunun içindir ki Allah her topluma kendi lisanlarında bir elçi göndermiştir. (İbrahim Suresi 4.ayet) Peygamberler geldikleri toplumların lisanlarını konuşmalarının yanı sıra, yerinden edilen kavramları yerli yerine koymak ve birtakım kavramlara da, vahiy aracılığıyla, semantik müdahalelerde bulunarak ilgili kavramı hayatın anlamlandırılmasında anahtar kavram haline getirmek gibi bir misyonla da mükelleftirler. Dolayısıyla her peygamber aynı zamanda geldiği toplumda yaşanan kavram krizini ilahi yardımla çözen kişidir.

 

Medeniyetler Çatışması Ya Da Suriye Kimin Vietnam'ı Olacak?

Olayları değil olguları konuşmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor. Şahitlik ettiğimiz süreçler muhtemelen gelecek kuşaklar arasından çıkacak tarih felsefecileri tarafından daha sağlıklı değerlendirmelere konu olacak. Tarihin biz yaşarken yapılıyor oluşunun farkında olamamak gibi bir hastalığa düçar olmuş durumdayız. Bu hastalıktan kurtulabilmek için meseleleri medya/enformasyon araçlarının sığ, yavan ve şartlandırıcı perspektifinden uzaklaşarak değerlendirmemiz gerekiyor.Aksi taktirde tarihin hatalarıyla birlikte sürekli olarak tekerrür ettiği süreçlerin mahkumları olacağız.Başkalarının şekillendirdiği tarihte nesne olmaktan kurtulabilmenin yolu özgün tavır alışlar ve sahih değerlendirmeler yapmaktan geçiyor.Bunun için de evvela rafine bilgiye ulaşma merakı ve cehti içerisinde olmak ardından o rafine bilgiyi işleyebilme yeteneğine sahip olmak gerekmektedir.Çünkü rafine bilgiye sahip olmak aynı zamanda sorularımıza doğru cevap almamızı da sağlayacaktır. Bugünün enformasyon araçları genellikle ‘’ne oluyor’’ sorusuna cevap veriyor fakat ‘’neden oluyor’’ sorusunun cevabını bizlerden saklıyor.Bizler ne oluyor sorusu etrafında zamanımızı tüketip tavır alışlarımızı şekillendirirken neden oluyor sorusunun cevabını bilen az sayıda kişi(ler) kitleleri nasıl manipüle edeceğinin hesaplarını yapıyor.Olaylara odaklanmaktan hoşlanan zihinlerimiz palyatif çözümler üretiyor.Ancak esasa/öze ilişkin değerlendirme yapamıyor.